KHK’li Hukukçuların Avukatlık Hakkı

  1. Kamu görevinden veya meslekten çıkarılan hukukçular açısından mevcut durum

Kamu görevinden çıkarma içerikli tüm OHAL KHK’lerin tamamında ihraç edilenlerle ilgili yer alan ve yeniden kamu hizmetinde istihdam edilmemeyi içeren 1’inci maddenin ilgili bölümü şu şekildedir;

“…kamu görevinden çıkarılan kişilerin, mahkûmiyet kararı aranmaksızın rütbe ve/veya memuriyetleri alınır ve bu kişiler görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmezler; bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; bunların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. ….”

Kamu görevinden çıkarılmış Hukuk Fakültesi mezunu veya daha önceden avukatlık ruhsatı sahibi olan çok sayıda kişinin avukatlık yapmasına KHK’lerin belirtilen maddesi gerekçe gösterilerek Adalet Bakanlığınca (Bakanlık) engel olunmaktadır. Süreç genel olarak şu şekilde işlemiştir. 15 Temmuz’un hemen akabinde Türkiye Barolar Birliği (TBB) Avukatlık Kanununda belirtilen engel hallerin yer almadığı gerekçesiyle avukatlık stajına başvuruları kabul etmiş veya önceden ruhsatı olanlar baro levhasına kaydolarak avukatlık yapmaya başlayabilmiştir.

Ancak hemen akabinde Bakanlık daha önce avukatlık ruhsatı olup baro levhasına yazılanlar için TBB aleyhine baro levhasına yazılma işleminin iptali için idare mahkemelerinde yürütmeyi durdurma talepli iptal davaları açmıştır. Adalet Bakanlığının temel gerekçesi KHK’lerde yer alan madde ve avukatlığın kanunda bir kamu hizmeti olarak tanımlanmış olmasıdır.

“Bağımsız” İdare Mahkemeleri Bakanlık lehine ve TBB dolayısıyla avukatlık yapmak isteyen KHK’lı aleyhine karar verdikten sonra istinaf aşamasında da ilk kararlar onanmıştır. TBB ilk derece idare mahkemesi iptal kararlarının Bölge İdare Mahkemelerince de onanması sonrasında ihraç kamu görevlilerinin avukatlık ruhsatı alma ve/veya baro levhasına yazılma başvurularını reddetmeye başlamıştır. Ret gerekçelerinde TBB, avukatlık yapılmasına engel bir hal olmadığını belirtmekle birlikte KHK ile ihraç olmuş kişilerin ruhsat başvurularıyla ilgili daha önce verdikleri kabul kararlarının Bakanlıkça dava edildiği ve hem idare mahkemesi hem İstinafça Bakanlık görüşünün kabul edilerek işlemin iptal edildiği, Danıştay’a başvurulması neticesinde ise Danıştay’ın kararın istinaf aşamasında kesinleştiği, Danıştay’a temyiz imkânı bulunmadığı şeklinde cevap verildiğini, kesinleşmiş mahkeme kararı olduğu için bundan sonra başvuruları reddetme şeklinde “ilke kararı” aldıklarını ifade etmiştir.

Özellikle takipsizlik veya beraat almış ya da adli işlemi olmayan hukukçuların dahi avukatlık yapma başvurularının reddedilmesi ve etkin pişmanlıktan faydalanmış ve kovuşturma sonrasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş eski yargı mensuplarından kürsüde görevlerine devam edenlerin veya avukatlık yapanların kamuoyuna yansıması sonucu TBB görüş değişikliğine gitmiş, takipsizlik veya beraat almış ya da adli işlemi olmayan hukukçuların başvurularını kabul etmeye başlamıştır. TBB, kovuşturması devam eden hukukçular için ise bekleme kararı vermekte veya başvuruları reddetmektedir. TBB tarafından kabul edilen başvurular Bakanlıkça uygun bulunmamakta ve tekrar görüşülmek üzere TBB’ye gönderilmekte, TBB ise genellikle kararında ısrar etmektedir.

TBB’nin ısrarı sonrasında avukatlık ruhsatı alan ve baro levhasına kaydolan hukukçular için Bakanlık, TBB kararı aleyhine yürütmeyi durdurma talepli iptal davası açmaktadır. “Bağımsız” idare mahkemelerinin çok sayıda yürütmeyi durdurma ve iptal kararı mevcut olmakla birlikte “bazı” dosyalarda farklı kararlar verdiği, “bazı” dosyalarda ise Bakanlık’ın davadan feragat ettiği kamuoyunda bilinmektedir.

Bakanlık’ın iptal davası dilekçelerindeki temel gerekçeleri özetle şu şekildedir:

  1. KHK’lerin 1/2 maddesinde KHK ile meslekten veya kamu hizmetinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğinin hükme bağlanmış olması,
  2. Avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olduğu, dolayısıyla KHK ile kamu görevinden çıkarılanların avukatlık mesleğini yapamayacağı,

iii. KHK’lerin 1. maddesindeki meslekten ya da kamu hizmetinden çıkarma işleminin adli veya disiplin suçu işlenilmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir niteliğinde olması şeklindedir.

  1. KHK’lilerin bir daha kamu hizmetinde çalışamayacağı iddiası

Bakanlık KHK’li hukukçuları da kapsayacak şekilde KHK ile kamu hizmetinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğine yönelik görüşüne katılmak mümkün değildir. Bir savın KHK veya kanun hükmüne bağlanmış olmasının tek başına hukuka uygunluk şartını sağladığını kabul etmek hukukçuların kabul edebileceği bir husus değildir. Unutulmamalıdır ki, dünya üzerinde hiçbir yazılı kanun maddesi olmayan bir devletten bahsetmek günümüzde mümkün değildir. Hal böyle olmasına rağmen, tüm bu devletlerin gerçek bir “hukuk devleti” olduğundan bahsetmek de mümkün değildir. Neticeten gerçek manada bir “hukuk” ve “adalet” olgusu kanun maddeleri ile kısıtlanabilecek ya da salt kanun maddeleri ile ölçülebilecek bir olgu olmanın çok ötesindedir. Bir talebin de salt kanun maddesinde yer alıyor denilerek hukuka aykırı olmadığından bahsetmek mümkün değildir.

Bir talebin ya da uygulamanın hukuka uygun veya aykırı olduğu Anayasa Mahkemesi’nin 22.06.2001 gün ve 2-2 sayılı kararındaki tanıma göre belirlenmelidir. Bu karara göre hukuka aykırılık, en başta milli hukuk sistemimiz içinde yürürlükteki tüm hukuk kurallarına aykırılık anlamına gelir. Bu çerçeve içinde anayasaya, usulüne uygun kabul edilmiş uluslararası sözleşmelere, kanunlara, kanun hükmünde kararnamelere, tüzüklere, yönetmeliklere, içtihadı birleştirme kararlarına ve teamül hukukuna aykırı uygulamaların tümü hukuka aykırılık kavramının içinde yer alır. Bunun dışında, hukuk sistemimiz, hukukun genel ilkeleri adı verilen ve uygar dünyanın tüm medeni ülkelerinde uygulanan kuralları da hukuk kuralı olarak kabul etmektedir. Hukukun genel ilkelerinin neler olduğu konusunda bir belirsizlik olsa da, hukukun genel ilkelerinin hukuki bağlayıcılığı bulunduğu gerek uygulamada gerekse doktrinde tartışmasız olarak kabul edilmektedir. Anayasa Mahkememiz de birçok kararında, hukukun genel ilkelerinin varlığını kabul etmenin hukuk devletinin gereklerinden biri olduğunu ve bu ilkelerin yasa koyucu tarafından dahi yok edilemeyeceğini hükme bağlamıştır (örneğin bkz. E 1985/31 K. 1986/1, KT 17.03.1986, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, S. 22. s. 115).

KHK’ler ile kamu görevinden çıkarmanın hukukiliği konusunda daha önce Hukuki Haber sitesinde yayımlanan “OHAL KHK’leri ile meslekten çıkarmalar ve masumiyet karinesi”[1], “OHAL KHK’leri ile meslekten çıkarmalar ve sadakat yükümlülüğü”[2], “AİHM kararları ışığında arındırma (lustration) yasaları ve OHAL KHK’leri”[3] ve “OHAL KHK’leriyle meslekten çıkarmalar ve sivil ölüm”[4] başlıklı makalelerimi hatırlatmak yeterli olacaktır. Anılan makalelerde belirtildiği şekilde OHAL KHK’leriyle kamu görevinden çıkarmalar da bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğine yönelik hüküm de hukuka uygun değildir.

“Sivil ölüm” olarak da ifade edilen ve meslekten çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdamlarını yasaklayıp, bunun bir sonucu olarak özel sektörde çalışmalarını da engelleyen düzenlemelerin OHAL’in ilanıyla güdülen meşru amaçla ilgisi yoktur ve açıkça AİHS’e aykırıdır.[5] AİHM, kamu görevinde istihdamın tamamen yasaklanmasının haklı görülebileceği durumlarda dahi ilgililerin tüm çalışma imkânlarının ellerinden alınmasını kabul edilmez bulmaktadır.[6]

Anayasa Mahkemesi de yukarıda atıf yapılan AİHM kararlarındaki gibi, TCK’nın 53. maddesinde belirtilen süreler geçse bile; milli savunmaya, Devlet sırlarına ve kamu sağlığına karşı suçlar ile casusluk suçundan mahkûm olanların belli meslek ve görevleri yapmalarını engelleyen 5728 sayılı Kanun’un 17 ayrı maddesini iptal etmiş ve kararda şu hususlara yer vermiştir; ceza hukuku alanında olduğu gibi hak yoksunluğu getiren iptal davasına konu düzenlemelerde de kuralların, önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak ölçülü, adil ve orantılı olması gerekir. Yasa koyucunun hak yoksunluklarını belirlerken takdir hakkı çerçevesindeki tercih serbestisinin de Anayasa’ya uygun olması gerektiği açıktır. Dava konusu düzenlemeler, meslek veya görevlerin özellikleri, suçların niteliği, bu suçlara verilen cezalar ve cezaların süresi, kasıtla veya taksirle işlenip işlenmediğine bakılmaması ve bir kademelendirme de yapılmaması ve bu suçlardan mahkûm olanların belirli meslekleri ve görevleri sürekli olarak icra edememeleri, işledikleri suçlara göre adaletli ve eylemle orantılı olmayan ölçüsüz bir hak yoksunluğuna yol açması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen ‘Hukuk Devleti’ ilkesine aykırıdır. İptali gerekir.[7]

Karardan da anlaşılacağı üzere, AYM hakkında verilen mahkûmiyet hükmü kesinleşen kişiler için getirilen süresiz hak yoksunluğunu Anayasa’ya aykırı bulmuştur. Ceza mahkûmiyeti alan bir kişi için getirilen sınırsız hak yoksunluğunun dahi hukuk devletine aykırı bulunduğu düşünüldüğünde, hakkında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmiş ya da herhangi bir adli işlemi olmayan tüm kişilerin ve özelde hukukçuların kamu hizmetine girmesinin ve serbest meslek icrasının tamamen yasaklandığının ölçülü olduğunu ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaştığını söylemek mümkün değildir.

Zaman bakımından da kamu hizmetinden yasaklılık tedbiri ile bu tedbire neden olan tehlike arasında illiyet bağı olmalıdır. Zira AİHM, tehlikenin geçmesinden sonra yasaklılığın devam ettirilmesini demokratik bir toplumda gerekli görmemektedir.Benzer düzenlemeye, hapis cezasının kanuni sonucu olarak verilen ve “belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmayı” düzenleyen TCK’nın 53. maddesinin gerekçesinde de yer verilmiş ve şöyle denilmiştir; “…işlediği suç dolayısıyla toplumda kişiye karşı duyulan güven duygusunun sarsıldığı, bu sebeple, suçlu kişinin özellikle güven ilişkisinin varlığını gerekli kılan belli hakların kullanmaktan yoksun bırakıldığı ve madde metninde, işlediği suç dolayısıyla kişinin hangi hakları kullanmaktan yoksun bırakılacağının belirlenmiş olduğu; ancak, bu hak yoksunluğunun süresiz olmadığı, cezalandırılmakla güdülen asıl amacın, işlediği suçtan dolayı kişinin etkin pişmanlık duymasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılması olduğuna göre, suça bağlı hak yoksunluklarının da belli bir süreyle sınırlandırılması gerektiğinden madde metninde söz konusu hak yoksunluklarının mahkum olunan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar devam etmesi öngörüldüğü; böylece, kişinin mahkum olduğu cezanın infazının gereklerine uygun davranarak bunun tamamlanmasıyla kendisinin tekrar güven duyulan bir kişi olduğu konusunda topluma da bir mesaj verdiği; bu bakımdan hak yoksunluklarının en geç cezanın infazının tamamlanması aşamasına kadar devam etmesi, suç ve ceza politikasıyla güdülen amaçlara daha uygun düşeceği belirtilmiş olup; yeni Türk Ceza Kanunu ile getirilen sistemde süresiz bir hak yoksunluğu söz konusu olmadığı için, yasaklanmış hakların geri verilmesinden artık söz edilemeyecektir”.

Benzer bir durum 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yaşanmış ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun 2. maddesine 2301 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle eklenen fıkra ile sıkıyönetim komutanlarının isteği üzerine işlerine son verilen memurların, diğer kamu görevlileri ve kamu hizmetlerinde görevli işçilerin “bir daha kamu hizmetlerinde çalıştırılamayacakları” kurala bağlanmıştır. Maddenin uygulanmasıyla ilgili Danıştay Daireleri arasında içtihat farklılığı çıkması üzerine konuyu değerlendiren Danıştay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu verdiği kararında, ilk kez kamu görevine girdikleri tarihte bu görev için yasa ve yönetmeliklerde aranan nitelikleri kaybetmemiş olmaları şartıyla işlerine son verilen kişilerin sıkıyönetim kalktıktan sonra eski görevlerine iade edilmeleri gerektiğini belirtmiştir. 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’na göre kamu görevinden çıkarılan hukukçuların herhangi bir engelle karşılaşmadan serbest avukatlık yaptıklarını, içtihat farklılığının kamu görevine dönüş konusunda yaşandığını hatırlatmakta fayda vardır. 12 Eylül 1980 darbesi sonrası ve darbeyi yapanlar yönetimde iken kamu görevinden çıkarılanların serbest avukatlık yapmaları engellenmemiştir. Danıştay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu kararı sonrasında ise dileyen hukukçular kamudaki görevlerine dönebilmişlerdir.

KHK ile kamu görevinden çıkarılanların bir daha hiçbir kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceği çünkü ilgili KHK maddesinin kanunlaştığı şeklindeki savın -gerçek bir hukuk anlayışı çerçevesinde- hukuka aykırı olduğu, hukuken kabulünün mümkün olmadığı aşikârdır.

  1. “Nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir” tanımı

Bakanlık KHK ile kamu görevinden çıkarılma işlemini dava dilekçelerinde “adli suç ya da disiplin suçu işlenmesi halinde uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran “olağanüstü tedbir” niteliğindedir” şeklinde tanımlamıştır.

KHK’lerin hem bir olağanüstü tedbir hem de geçici olmayan ve nihai vasıflarına haiz olarak gösterilmiş olmasının derin bir çelişki olduğu açıktır. Şayet, ortada bir olağanüstü tedbir varsa geçici olmayan ve nihai olan unsur olağanüstülük halidir ki, olağanüstü halin olağanlaşması anlamına gelen bu tanımın hukuken kabulü mümkün değildir. Tanımda mevcut hukuka aykırılığın başında bir OHAL KHK’sinin geçici olmayan vasıflara haiz olarak nitelendirilmiş olması gelmektedir. Bakanlık’ın bu tanımdaki savının dayanağı yine KHK’nin kanunlaşması olmakla birlikte, OHAL KHK’lerinin nihai hale gelebileceğini savunmak da esasen hukuka aykırıdır.

Anayasaya göre, OHAL KHK’lerı ile sadece durumun gerektirdiği ölçüde (AY m. 15), OHAL’in neden olduğu konularla ve OHAL süresiyle sınırlı, geçici tedbirler alınabilir (AY m. 121). AİHS’nin 15. maddesi de, sadece OHAL’in kesinlikle gerektirdiği türden tedbirler alınabileceğini belirtir. Kamu görevinden sürekli olarak çıkarılma, OHAL’in sona ermesi ile sona ermeyecek türden, kalıcı nitelikli bir tedbir olup bu konu OHAL KHK’si ile düzenlenemez (AY m. 15 ve 121). Yukarıda bahsettiğimiz Anayasa Mahkemesi Kararından da anlaşılacağı üzere, bu kapsamda bir süresiz men hali, olağan hallerde dahi Anayasaya aykırı ve ölçüsüz bir işlemdir. Darbe girişimiyle hiçbir ilgisi olmayan bir kamu görevlisinin, bir OHAL KHK’si ile kesin olarak kamu görevinden çıkarılması, OHAL’in kesinlikle gerektirdiği türden bir tedbir olmadığı için bu durum AİHS’nin 15. maddesini ihlal eder.

Anayasanın 15. maddesine göre, “1)Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. 2) Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”

Yine Anayasanın 121. maddesine göre, “1)Anayasanın 119 ve 120 nci maddeleri uyarınca olağanüstü hal ilânına karar verilmesi durumunda, bu karar Resmî Gazetede yayımlanır ve hemen Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ise derhal toplantıya çağırılır. Meclis, olağanüstü hal süresini değiştirebilir, Bakanlar Kurulunun istemi üzerine, her defasında dört ayı geçmemek üzere, süreyi uzatabilir veya olağanüstü hali kaldırabilir.” 3) “Olağanüstü hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnameler çıkarabilir. Bu kararnameler, Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur; bunların Meclisçe onaylanmasına ilişkin süre ve usul, İçtüzükte belirlenir.” OHAL KHK’lerı Resmi Gazetede yayınlandıkları gün TBMM’nin onayına sunulur ve en geç 30 gün içerisinde görüşülüp karara bağlanır (TBMM İçtüzüğü m. 128).

Anayasanın 38/3 hükmüne göre, “Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur”. Anayasanın 129/2 hükmüne göre, “Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez.” AİHS’ye Ek 7 No.lu Protokolün 4/3 hükmüne göre de, aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı (nonbis in idem ilkesi) mutlak haklardan olup, “Sözleşmenin 15. maddesi çerçevesinde bu madde ile öngörülen yükümlülüklere aykırı hiçbir tedbir alınamaz.”

Yukarıdaki uluslararası sözleşme hükümleri ile anayasal ve yasal hükümlerden anlaşılacağı gibi, OHAL KHK’leri ile sadece OHAL’in gerektirdiği ölçüde (AY m. 15), OHAL’e neden olan konularla ve OHAL süresiyle sınırlı geçici tedbirler alınabilir (AY m. 121). AİHS’nin 15. maddesi dikkate alındığında, OHAL döneminde sadece durumun kesinlikle gerektirdiği türden tedbirler alınabilir. Eş ifade ile OHAL döneminde, OHAL’e neden olan şiddet eylemlerini bastırma açısından durumun kesinlikle gerektirdiği türden ve OHAL süresiyle (şiddet olaylarının bastırılması süresiyle) sınırlı ve sadece geçici tedbirler alınabilir; OHAL KHK’lerı ile kalıcı ve sürekli etki yapan tedbirler alınamaz (Bu hususta bkz. AYM kararı, 1991/20).

Bakanlık tanımının hukuki dayanağının bulunmadığı anlaşılmaktadır. OHAL dönemlerinde de Anayasa yürürlüktedir ve T.C. Anayasası’nda Bakanlıkça tanımlanan türden bir idari yaptırım tanımlanmamıştır. Özetle, KHK’lerin ilanındaki amacın terörle mücadele ya da milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmak olması yapılan işlemin başkaca kamu görevinden çıkarma işlemlerinden ayrıksı değerlendirilmesi gerektiği sonucunu doğurmamaktadır. Yine bahsi geçen KHK’lerin esasen bir OHAL KHK’sı olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Nitekim takipsizlik/beraat kararı verilmiş ya da herhangi bir adli işlemi olmayanlar açısından işlemin sebep unsurunun (terörle mücadele ya da milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmak) mevcut olmadığı yargı kararı ile sabittir.

  1. Avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olma niteliği

Avukatlık Kanunu 1. maddesine göre avukatlık kamu hizmeti ve serbest meslektir. Avukatlık bir kamu hizmetidir ve elbette tüm avukatlar bundan gurur duymaktadır. Ancak avukatlık aynı zamanda bir serbest meslektir ve idarenin ya da kanun koyucunun tanımlamalarıyla kamu hizmeti vasfı mesleğin sınırlanması için gerekçe yapılamaz.

Avukatlar kamu hizmeti gören kamu görevlileri değildir, kamu hizmeti gören serbest meslek mensuplarıdır. Kamunun ihtiyacı olan hizmetlerin bir bölümü kamu görevlilerince yerine getirilirken önemli bir bölümü de serbest meslek mensuplarınca yerine getirilir. Toplumun genelinin huzur ve refahı için gerekli olan kamu hizmetlerinin birinin diğerine üstünlüğü tartışması da somut olaylara ve bakış açılarına göre değişkenlik gösterebilir ancak tüm kamu hizmetlerine ihtiyaç olduğunda tereddüt yoktur.

Bakanlık avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olduğunu vurgulamakta ancak daha önce çok defa tecrübe edildiği şekilde kamu hizmeti kavramını kamu görevi ile karıştırdığı değerlendirilmektedir. OHAL KHK veya kanun veya herhangi bir düzenleme ile vatandaşların süresiz kamu görevinden çıkarılmasının hukuka uygun olmadığı açıklanmış olmakla birlikte, KHK’lerde yer alan ve sonrasında kanunlaşan kamu görevinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğine ilişkin düzenlemenin serbest avukatlığı kapsayamayacağı da hukuken açıktır.

Avukatlık mesleğinin kamu hizmeti niteliğine yönelik tartışmalar ülkemizde ilk defa gündeme gelmemiştir. Daha önce defalarca tartışılmış ve bu konuda her derecede yargı kararları oluşmuştur. En bariz örneği Anayasa Mahkemesi kararlarıdır. Kamu hizmeti kavramı Anayasa’nın 70. maddesinde şu şekilde yer almaktadır: “Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.” Avukatlık kanununda yer alan bir madde Anayasa’nın 70. maddesine aykırılık iddiası ile somut norm denetimine tabi olmuş ve Anayasa Mahkemesi 19.12.2003 tarihli ve 25321 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2002/8 E. ve 2003/47 K. sayılı kararında avukatlık mesleğinin kamu hizmeti niteliğiyle ilgili şu ifadeleri kullanmıştır. “Bu madde ile güvence altına alınan kamu hizmetine girme hakkı idare hukuku esaslarına göre devlet memuriyetine girme hakkını ifade etmektedir. SERBEST MESLEK OLAN AVUKATLIK BU ANLAMDA BİR KAMU HİZMETİ DEĞİLDİR. Her ne kadar Avukatlık Yasası’nın 1. maddesi, avukatlığın kamu hizmeti olduğuna işaret ediyor ise de, YASAKOYUCUNUN HERHANGİ BİR SERBEST MESLEK FAALİYETİNİ KAMU HİZMETİ OLARAK TANIMLAMASI ONUN ANAYASA’NIN 70. MADDESİ ANLAMINDA BİR KAMU HİZMETİ OLDUĞUNU GÖSTERMEZ.

Anayasa Mahkemesinin atıf yapılan kararında yer alan ifadeler yasa koyucunun da kamu hizmeti tanımlaması kullanarak serbest meslek faaliyetlerinde kamu görevlilerine özgü sınırlamalar getiremeyeceğinin hukuki ifadesidir. Kamu hizmeti gören serbest meslek olan avukatlığın, kamu hizmeti gören kamu görevlileri gibi yasa koyucu tarafından dilediğince sınırlandırılması mesleğin bağımsızlığını ortadan kaldıracak niteliktedir.

Yine Anayasa Mahkemesi, 01.03.1985 tarihli, 1984/12, E, ve 1985/6 K. sayılı Kararı’nda “Avukatlık mesleği ile ilgili bir düzenleme yapılırken bu mesleğin her şeyden önce bir serbest meslek olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. AVUKATLIK BİR KAMU HİZMETİ ADDEDİLMİŞ OLSA DAHİ, KAMUSAL YÖNÜ ÇOK YOĞUN OLAN DEVLET MEMURİYETİ GÖREV VE HİZMETLERİYLE AYNI NİTELİKTE GÖRÜLÜP AYNI ÖLÇÜTLERE TABİ KILINAMAZ.” diyerek yasa koyucunun sınırlarını vurgulamıştır. Avukatlığın kamu hizmeti gören bir serbest meslek olduğu açıktır.

Anayasa Mahkemesi 26.12.1968 tarihli ve 1968/66 K. sayılı Kararı’nda “Anayasa’nın 12. maddesi herkesin kanun önünde eşit olduğundan ve hiç kimseye, hiçbir aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağından bahseder. Bu madde de hükme bağlanan, hukuki eşitliktir. Avukatlık Kanunu, avukatlığı kamu hizmeti saymıştır. FAKAT SERBEST AVUKAT, İŞİ SEÇMEK, DİLEDİĞİNİ KABUL ETMEK, DİLEDİĞİNİ REDDETMEK HAKKINA SAHİPTİR. Vekâlet verenle alan arasındaki ilişkileri özel hukuk kuralları düzenler; buna karşılık Hazine avukatları Maliye Bakanlığı kadrolarına atama tasarrufu ile alınmış memurlardır. Hazine avukatının işveren daire ile olan ilişkisi, kamu hukuku ilişkileri içindedir. Bunların sorumları serbest avukatlara oranla daha ağır esaslara bağlanmış, ayrıca özlük işleri Devlet memurları gibi düzenlenmiştir. BU KOŞULLAR ÇERÇEVESİNDE, MEMUR AVUKATLA SERBEST AVUKATIN BAŞKA BAŞKA HÜKÜMLERE BAĞLANMASINDA EŞİTLİĞE AYKIRI BİR NİTELİK YOKTUR.” ifadeleriyle kamu görevlisi olarak çalışan avukatlarla serbest çalışan avukatlar arasındaki farkları da vurgulamıştır. Bakanlık’ca iptal davasına konu edilen ve engellenen serbest avukatlıktır, herhangi bir kamu kurumunda kamu görevlisi olarak avukatlık yapmak değildir; dolayısıyla kamu idaresi veya yasa koyucu tarafından kamu görevlileri gibi değerlendirilmesi hukuka aykırıdır.

Anayasa Mahkemesi 21.01.1971 tarihli ve 1971/8 K. sayılı Kararı’nda; “Avukatlar ise serbest meslek ve kalifiye hizmet erbabıdırlar. Asgari ücret tarifelerinin üstünde diledikleri gibi vekâlet ücreti ister ve alırlar. Üstelik aldıkları ücretleri daha da yüksekmiş gibi gösterebilirler.” diyerek avukatlığın serbest meslek olduğunu belirtmiştir.

Nitekim Avukatlık Kanunun 5/1/a) maddesinde avukatlığa engel hal olarak “… milli savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk … ” düzenlemesi hukuk devleti ilkesine, eşitlik ilkesine, ölçülülük ilkesine, çalışma ve kamuda görev alma hakları ile uluslararası düzenlemelere aykırı bulunarak Anayasanın 2, 5, 10, 13, 49, 70 ve 90. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nin 25.02.2010 tarihli ve E.: 2008/17, K.: 2010/44 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi kararları açıktır ve KHK’lerde yer alan kısıtlamayı serbest avukatlık için de uygulanacak şekilde yorumlamak hukuka ve Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırıdır. KHK’lerde yer alan “kamu hizmetinde istihdam edilemezler” kuralı, KHK ile ve KHK hükümlerine dayanılarak görevinden çıkarılanların idarenin genel esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin görülmesinde istihdam edilemeyecekleri anlamına gelmektedir. Bu kural hukuka aykırı olmakla birlikte, avukatlık serbest bir meslek olduğundan serbest olarak çalışan avukatların kamu hizmetinde “istihdam” edilmedikleri açıktır.

Benzer şekilde Danıştay 8. Dairesinin 2012/5257 E. ve 2014/8567 K. sayılı kararında aynen; “…Dava konuş madde ile avukatlık mesleğinin bir serbest meslek olduğu hususu değerlendirilmeksizin sadece yürütülen hizmetin kamu hizmeti olduğundan bahisle kamu görevlilerinin uymakla yükümlü olduğu yürürlükteki mevzuat hükümleriyle getirilen kurallara benzer nitelikte bir uygulama yapılarak bu kurallar serbest meslek icra eden avukatlar açısından da geçerli hale getirilmiştir. Yukarıda yer verilen kurallarda da belirlendiği şekli ile avukatlık, sunulan hizmet açısından bir kamu hizmeti; mesleki faaliyet olarak ise bir serbest meslektir. Bu bakımdan; mesleğin kendine özgü kuralları bulunduğundan avukatlık mesleği Anayasada yapılan kamu görevlisi tanımı içinde de değerlendirilmemektedir. Aksine bir yaklaşımla sadece yürütülen hizmetin kamu hizmeti olmasından hareketle kamu görevlilerinin tabi olduğu kurallara tabi kılınması mesleğin niteliği ve gerekleri ile örtüşmeyecektir.” ifadeleriyle tartışmaya gerek bırakmaksızın konuyu açıklamıştır.

Yine Danıştay 5.Dairesinin 1988/1318 E. ve 1989/414 K. sayılı kararında öğretim görevlisi olarak çalışan bir kişinin avukatlık yapmak için yapmış olduğu başvuruyu kabul eden idare mahkemesinin kararını, avukatlığın serbest meslek olarak kabul edilmesi sebebiyle bozmuş ve şu ifadeleri kullanmıştır; “….avukatlık mesleğinin nitelik ve gereksinimleri karşısında öğretim görevlisi olarak devamlı statüde görev yapan davacının serbest meslek icra etmesine olanak bulunmadığı açık olduğundan bu yolda tesis edilen işlemin iptaline ilişkin idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.”

Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulunun başta 02.02.2007 tarih ve 2006/454 Esas, 2007/44 sayılı kararı olmak üzere birçok kararında “Avukatlık bağımsızlık gerektiren bir meslektir. Memur ya da kamu görevlisi olmak belirli bir hiyerarşi içerisinde emir almayı da gerektireceğinden, bu durum avukatın bağımsızlığı ilkesiyle de bağdaşmamaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, kamu görevlilerinin yaptıkları görevleri kamu hizmeti olarak nitelendirmek mümkün ise de, kamu hizmeti gören her kişi veya meslek mensubunun kamu görevlisi olması zorunlu değildir” diyerek Avukatların, 5525 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun hükümlerinden yararlanamayacağına karar vermiştir.

AİHM’in bu konuda emsal olabilecek kararları da mevcuttur. AİHM’in Bigaeva/Yunanistan kararına (B.No: 26713/05, 28/8/2009) konu olayda başvurucu yasal olarak çalışma izniyle bulunduğu Yunanistan’da hukuk fakültesine kaydolmuş, bu sayede oturum izni almış ve bu izni 2005 yılına kadar düzenli olarak uzatılmıştır. 2000 yılında Atina barosuna stajyer olarak kaydolmuştur. 2002’de stajını tamamlamasının ardından avukat listesine yazılmak için gerekli olan sınava girmek için başvurmuş; ancak, Yunan vatandaşı olmadığı gerekçesiyle talebi reddedilmiştir. Buna karşı açtığı davada Danıştay yürütmenin durdurulması kararı vermiş; başvurucu sınava girerek başarılı olmuştur. Bunun üzerine avukat listesine kaydedilmesi için Adalet Bakanlığına başvurmuş, cevap verilmeyince Danıştay’a dava açmıştır. Danıştay; Ocak 2005’te, avukatlık mesleğinin serbest meslek olmakla birlikte kamu hizmeti niteliklerini de barındırdığını, avukatların adalet hizmetindeki önemi dikkate alındığında, devletin bu mesleğe giriş koşullarını belirlemede takdir hakkına sahip olduğunu ve listeye kayıt için gerekli sınava girme talebinin reddinin başvurucunun Anayasada korunan kişiliğini serbestçe geliştirme hakkını ihlal etmediğini, Şubat 2005’te de Adalet Bakanlığına karşı açtığı dava da Bakanlığın haklı biçimde talebini reddettiğini ve bir önceki kararında sınava katılmasının reddinin hukuka uygun olduğunu belirtilerek başvurucunun talebini reddetmiştir. Avukatlık Kanunu’na göre, 18 aylık stajın tamamlanması stajyer avukatın avukatlık levhasına kaydı için olmazsa olmaz bir şarttır. Ayrıca, Avukatlık Yasasının 3. maddesi gereğince, Yunan vatandaşlığını sonradan elde eden kişiler, edinmeden itibaren beş yıl geçtikten sonra avukat sıfatını kazanabilirler. Şikâyete konu olayda, başvurucunun stajyer olarak baroya kaydına izin verilmiş ve başvurucu baro levhasına kayıt amacıyla stajını yapmıştır. Dolayısıyla, Atina Barosu tarafından, başvuranda Baro levhasına kayıt sınavına girebileceği yönünde bir beklenti oluşturulmuştur. Avukatlık Kanunu’nun (3026/1954 sayılı KHK) 3/3. maddesinde, 18 aylık stajın tamamlanması avukatlık levhasına kayıt sınavına giriş için ilgili kurumun takdirine bırakılan bir konu olarak değil, karşılanması zorunlu bir koşul olarak düzenlenmiştir. Bu yüzden, avukatlık stajı avukatlık mesleğinin yapılması için olmazsa olmaz bir aşamadır (P.32). AİHM, Atina Barosunun başvurucunun staja başlamasına izin vermesine rağmen, nihai sınava girişine engel olduğunu, başvurucunun uyruğu meselesinin ilk defa avukatlık levhasına kayıt sınavı sırasında gündeme geldiğini ve Baronun en başında olumsuz bir yanıt vermesi halinde başvurucunun 18 aylık stajı tamamlamak için bir nedenin olmayacağını belirterek, yetkili makamlarının tutumlarının tutarlı olmaması nedeniyle başvuranın özel hayatına saygı hakkı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (P.33-35).

Benzer şekilde AİHM’in Mateescu/Romanya kararında (B.No: 1944/10, 14/4/2014), mesleki faaliyetlerin de özel hayatın kapsamına girdiğini ve bir mesleğe giriş bakımından uygulanan sınırlamaların “özel hayata” müdahale teşkil ettiğini belirterek ihlal kararları vermiştir. Karara konu olayda, 18 yıllık doktor olan başvurucu, hukuk fakültesini bitirmiş, baronun avukatlık sınavını geçmiş ve stajyer avukat olarak baroya kayıt yaptırmıştır. Avukatlık ruhsatı almak için bir yerde iki yıl staj yapma zorunluluğu bulunduğundan, bir hukuk firmasıyla staj anlaşması imzalamış ve başvurucunun buradaki staj yapması baro tarafından kabul edilmiştir. Doktorluk faaliyetleriyle birlikte iki yıllık stajını da sürdürebilmek için Baro başkanlığına başvurduğunda ise iki meslekten birini seçmesi gerektiği belirtilerek talebi ve buna karşı açtığı dava reddedilmiştir. AİHM, başvurucunun avukatlık mesleğini icra etmek için tıp kariyerinden vazgeçmeye zorlanmasının, akademik çalışması sonucu edindiği hukuki becerilerini mesleki hayatında değerlendirebileceğini umduğu ve baroya kabul edildiği bir zamana rastladığını ve bu nedenle öngörülen tedbirin başvurucunun avukatlık yapma hakkını engelleyip özel hayatını etkilediğini belirtmiştir (P.21). Başvuruya konu müdahale, hukuk mesleğini düzenleyen Kanun’un 14. ve 15. maddelerine dayandırılmıştır. 14. madde de, mesleğin saygınlık ve bağımsızlığını ya da ahlakını etkileyen işlerden bahsedilmekle birlikte; tıp mesleği bu işler arasında kabul edilmediği gibi bu yönde bir imada da bulunulmamıştır. Ayrıca, mahkemeler avukatlığın saygınlık ve bağımsızlığının doktorluk mesleğinin icrasından etkileneceğini makul şekilde ortaya koyamamıştır. AİHM, mahkemelerin aynı metinleri farklı şekilde yorumlayıp, farklı sonuçlara ulaştıklarını, baroya kabul edilerek stajyer avukat olarak kaydının yapılması ve hukuk mesleğini düzenleyen kanunun açıkça doktorluğu saymaması ve yasaklanmayan bir şeyin serbest olduğu şeklindeki genel bir ilkenin mevcudiyeti karşısında; başvurucunun, doktorluk mesleğinin avukatlığa engel olacağını makul bir şekilde öngörebilmesinin mümkün olmadığını belirterek (P.30-31), öngörülebilirlik şartının karşılanmaması ve müdahalenin kanuna uygun yapılmaması gerekçesiyle 8. maddenin ihlaline karar vermiştir (P.33)

OHAL boyunca çıkarılan tüm KHK’ler çok geniş ve ayrıntılı yasaklar çizelgesi içermektedir. Doktrindeki birçok eserde belirtildiği üzere; yetkiler dar yorumlanır, yetki dar hürriyet geniş yorumlanır, hürriyet asıl sınırlama istisnadır, kendiliğinden yasaklama olmaz, yasaklama konulmalıdır, hürriyet geniş sınırlama dar yorumlanır, sayılmış yetkiler dar geriye kalan yetkiler geniş yoruma tâbi tutulur.

KHK’lerde yer alan ilgililerin uhdesinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve müsteşar, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatları kullanamayacakları ve bu unvan, sınıf ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamayacaklarına ilişkin kuralla kamu görevi nedeniyle elde edilen meslek adı ve unvanlarının kastedildiği açıktır. Sınırlı olarak sayılmış yasakların genişletilmesi veya yasakların geniş yorumlanması hukuka aykırı olduğuna göre avukatlık mesleğinin ve avukat unvanının bu kapsamda değerlendirilemeyeceği de açıktır.

Hukuka uygun olmamakla birlikte, 6325 sayılı Arabuluculuk, 1512 sayılı Noterlik ve 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunlarına 691 sayılı KHK ile ekleme yaparak kamu görevinden çıkarılanların bu meslekleri yapmasını engellemiştir. Ancak 1136 sayılı Avukatlık kanununda böyle bir düzenleme de yapılmamıştır. Birçok alanda düzenlemelerle birçok faaliyetin yasaklanmış olması bu düzenlemelerde yasaklanmamış olan avukatlık mesleğinin de aynı şekilde yasaklara tabi olmasını gerektirmez. Düzenlemelerin kendileri hukuka aykırı olmakla birlikte, düzenlenmemiş bir alanda yasak uygulamak da açıkça hukuka aykırıdır.

Kamu görevinden çıkarılmış sağlık personeli özel sağlık kuruluşlarında istihdam edilebilmekte veya mesleklerini serbest olarak icra edebilmektedir. Sağlık alanının da kamu hizmeti olduğunda tereddüt yoktur. Birçok meslek grubu da benzer şekilde serbest olarak mesleklerini icra edebilmektedir.

Kamu hizmeti ve kamu görevi olduğunda şüphe olmayan milletvekilliği de kamu görevinden çıkarılanlarca yapılabilmektedir. Halen 10 milletvekili kamu görevinden çıkarılmış kişilerden seçilmiştir. Kamu görevinden çıkarılanların milletvekili olabilmeleri elbette hukuka uygundur; ancak kamu görevinden çıkarılanların milletin vekili olabileceği ancak kişilerin vekili olmayacağının iddiası bir çelişkidir, hukuka uygun değildir.

KHK’lerde yer alan “kamu hizmetinde istihdam edilemezler” kuralı Anayasa’nın 2., 5., 10., 13., 38., 49., 70 ve 90/5 maddelerine açıkça aykırı olmakla birlikte anılan kuralın serbest avukatlık mesleğini yasaklayacak şekilde yorumlanması hukuka aykırıdır. Kanunlaşan KHK’lerin ilgili maddeleri somut norm denetimine tabi tutulmalıdır.

  1. Sonuç ve Öneriler

KHK’lerin ve KHK’ler yoluyla kamu görevinden çıkarmaların hukuka uygun olmadığı açıktır. KHK’lerde belirtilemeyen bir yasağın geniş yorumlanarak hukukçular açısından avukatlık mesleğinin yapılmasına engel olarak görülmesi ise hukukçuların ve özelde avukatların kabul edebileceği bir husus olmamalıdır.

Adalet Bakanlığı Peformans Kitapçığının “Tanımlar” kısmında, Hakim ve Savcıları “Yargı mensubu” olarak tanımlarken Avukatları “Yargı Profesyoneli” (Kaynak: http://sgb.adalet.gov.tr/performans/2020.pdf) gibi hiçbir belirleyici unsuru olmayan bir sıfatla tanımlamış ve Avukatlar ile Hakim Savcılar arasına derin bir ayrım oluşturmuştur. Aynı Bakanlık’ın avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olduğundan bahisle KHK’li hukukçuların mesleklerini yapmalarını engellemesi hukuka uygun değildir.

Bir dönem ülkemiz gündeminde yer alan ve birçok vatandaşın temel haklarının ihlaline neden olan kamusal alan tartışması ile kamu hizmeti tartışması maalesef benzerlik göstermektedir. Danıştay 8.Dairesinin 2014/8567 sayılı kararında davacı taraf olan Av. Figen ŞAŞTIM’ın Başörtülü Avukatlar Platformu üyesi bir grup avukatla İstanbul Adalet Sarayı önünde yaptığı ve http://hurseda.net/Guncel/69421-Yillarca-Haksizliga-ve-Zulme-Maruz-Kaldik.html adresinde yer alan basın açıklamasını hatırlatmak faydalı olacaktır.

Şaştım, sözlerine Ali Şeriati’ye ait, “Ey hürriyet! Kanadı kırık güzel kuşum. Keşke seni vahşet muhafızlarının penceresinden gece karanlık ve soğuğa sebebiyet verenlerden, duvarları, kaleleri ve zindanları yapanlardan kurtarabilseydim. Keşke kafesini kırabilip seni temiz, bulutsuz, tozsuz bir sabahta uçurabilseydim. Fakat ellerimi kırdılar, dilimi kestiler, ayaklarımı zincirlediler, gözlerime mil çektiler.” dizelerini okuyarak başladı.

Başörtüsü mağdurları olarak yıllarca haksızlığa, ayrımcılığa, dışlanmaya ve zulme uğramalarına rağmen hiçbir zaman intikam peşinde olmadıklarını vurgulayan Şaştım, “Ancak yaşadıklarımızın küçük bir kısmını da olsa anlamak isteyenlere bir empati kurmalarını rica ediyorum. Düşünün 17 yıl boyunca eğitim ve öğrenim görüyorsunuz. Avukat oluyorsunuz. Ancak birileri hiçbir yasal mevzuata dayanmadan size, “avukatlık yapamazsınız! Yasak…” diyor. Peki, bu yasağın süresi ne kadar? Bir yıl mı? Beş yıl mı? On yıl mı? Hayır diyor “ömür boyu”… Hukuk diliyle ifade edecek olursak yargılama yapılmadan, savunmamız alınmadan mesleğimiz açısından biz müebbet hapse mahkûm edildik” şeklinde konuştu.

Kamusal alan tartışmalarıyla bir dönem hak mahrumiyetlerine neden olunması tasvip edilemeyecek, hukuk kavramlarının eğilip bükülmesiyle hukuka uygunluğu savunulamayacak tarihi lekelerdir. Tarihin tekerrür etmesinden kaçınılmalı, hukuk ilkeleri daha fazla eğilip bükülmemelidir. Barolar ve Türkiye Barolar Birliği de süreçte aktif bir rol üstlenerek avukatların bağımsızlığının zedelenmemesi için gayret göstermelidir.

Tarih boyunca avukatların efendileri olmamıştır ve bundan sonra da olmamalıdır. Avukatlık mesleğinin temel unsuru bağımsızlığıdır. Gelinen aşamada, tehlikedeki avukatlar sınıfında yer aldığı kabul olunan Türkiye Cumhuriyeti avukatları, bu bağımsızlıklarını korumak uğruna, her türlü ekonomik zorluğun yanında, mesleğine yönelik saldırılara hatta bizatihi kendisine ve/veya meslektaşına yönelik saldırılara da direnmektedir. Kısacası avukatlar bağımsızlığının bedelini mesleklerini ifa ettikleri her saniye ödemektedir.

Hal böyle iken, Avukatların mesleklerine kabul edilip edilmeyecekleri ya da mesleklerini ifa ederken gerçekleştirdikleri eylemlerin meslek kurallarına aykırı olup olmadığı hususları Adalet Bakanlığının tahakkümü altına alınamaz. Bu hususta karar verme yetkisi Barolar ve Türkiye Barolar Birliğine aittir. Aksi yönde düzenlemeler ya da olmayan düzenlemeler üzerinden yetki yaratma çabaları avukatlar ve meslek örgütleri tarafından kabul edilmemelidir.

———————————

[1] https://www.hukukihaber.net/ohal-khkleri-ile-meslekten-cikarmalar-ve-masumiyet-karinesi-makale,7312.html

[2] https://www.hukukihaber.net/ohal-khkleri-ile-meslekten-cikarmalar-ve-sadakat-yukumlulugu-makale,7324.html

[3] https://www.hukukihaber.net/aihm-kararlari-isiginda-arindirma-lustration-yasalari-ve-ohal-khkleri-makale,7330.html

[4] https://www.hukukihaber.net/ohal-khkleriyle-meslekten-cikarmalar-ve-sivil-olum-makale,7352.html

[5] AİHM’in Sidabras ve Dziautas/Litvanya Kararı,B.No: 50421/08 ve 56213/08, 13/6/2015, P.59.

[6] AİHM’in Naidin/Romanya Kararı, B.No: 38162/07, 21/10/2014, P.54.

[7] AYM’nin 25/02/2010 T., 2008/17 E., 2010/44 K. sayılı kararı.

[8] AİHM’in Adamsons/Letonya Kararı, B.No: 3669/03, 24/6/2008, P.116.

[9] Danıştay’da 53. maddenin uygulanmasıyla ilgili verdiği bir kararında; “…5237 sayılı Kanunda memnu hakların iadesine imkân veren hukuki yola yer verilmemekle birlikte, 765 sayılı Kanun süresiz olarak mahkûmiyete bağlı hak yoksunluğunu düzenlediği halde memnu hakların iadesi gibi bir düzenlemeye yer vererek kişilerin süresiz şekilde hak yoksunluğuna mahkûm olmamalarını sağladığı, 5237 sayılı Kanunun ise, mahkûmiyete bağlı hak yoksunluklarını belli sürelerle sınırlayarak, bu yoksunluğun kişinin hayatının sonuna kadar devam etmesine engel olduğu, hak yoksunluğu sona erince de kişinin toplumun diğer bireyleri gibi kanunlar çerçevesinde haklarını kullanabilmesine imkân tanıdığı görülmektedir. Bu durumda, Devlet memuru iken 657 sayılı Kanunun 48 inci maddesinde sayılan suçların herhangi birinden mahkûm olan ve bu mahkûmiyete bağlı olarak belli hakları kullanmaktan yasaklanan, söz konusu mahkûmiyeti nedeniyle memuriyeti sona eren kişiler ile Devlet memurluğuna atanmadan önce söz konusu suçların herhangi birinden mahkûm olan ve bu mahkûmiyete bağlı olarak belli hakları kullanmaktan yasaklanan, bu mahkûmiyeti nedeniyle Devlet memurluğuna atanma şartlarını taşımayan kişilerin, hak yoksunlukları sona ererek yasaklanan haklarını yeniden kazanmaları durumunda, Devlet memurluğuna atanmalarının mümkün olduğu” nu belirtmiştir. Danıştay 1. Dairesinin 13/3/2006 T., 2005/1290 E., 2006/298 K. sayılı kararı

[10] Danıştay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 07.12.1989 T., 1988/6 E., 1989/4 K. sayılı kararı.

 

Kaynak:  https://www.hukukihaber.net/khkli-hukukcularin-avukatlik-hakki-makale,7433.html

İlgili Yazılar

Levent MAZILIGÜNEY

Bylock kalıntıları ne ifade eder?

Bu makalenin hazırlanmasında daha önce Adli Bilişim Uzmanları T. Koray Peksayar ve Levent Mazılıgüney tarafından hazırlanıp yayımlanan “Dijital Materyal İncelemelerinde Tespit Edildiği Sıklıkla İddia Edilen

Devamını Oku »

Hukuki Süreçlerinizde Çözüm Ortağınız Olalım!

Hukuki danışmanlık, uyuşmazlık henüz ortaya çıkmadan evvel doğru tavsiyelerle ileride doğacak muhtemel zararları önlemek, uyuşmazlık halinde ise süreci doğru yöneterek müvekkilin haklarını gözetmektir.

KHK’li Hukukçuların Avukatlık Hakkı